Sayfalar

25 Ocak 2016 Pazartesi

Alevi örgütleri temsilcileri: Açılım adı altında “kendi Alevilerini” yaratmaya çalışıyorlar

Hacı Bektaş Veli Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Vedat Kara, Alevi Vakıflar Federasyonu Başkanı Doğan Bermek, Okmeydanı Cemevi Dedesi Eren Yıldırım ve Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Aydın Deniz, Alevi açılım tartışmalarını ve Alevilerin yaşadığı problemleri anlattı. Alevi örgütlerinin liderleri, en büyük sorunun cemevlerinin ibadethane statüsünde olmaması ve devletin yozlaştırma politikası olduğunu söyledi.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından gündeme getirilen Alevi açılımı çalışmaları, 2007 yılındaki AKP danışma kurulu toplantısının ardından hız kazanmıştı. 2008’den itibaren hükümet yetkilileri ile bazı Alevi örgütlerinin temsilcileri toplantılarda bir araya gelmişti. Son olarak 1 Kasım 2015 genel seçimlerinin ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu, Alevilerin hakları konusunda çalışmalara başlayacaklarını öne sürdü. Alevi açılımı için vaatler arasında şunlar vardı: Cemevlerine hukuki statü tanınması, cemevlerinin yapımı için arsa sağlanması, elektrik, su masraflarının karşılanması, her cemevine iki personel ve dedeler için maaş ödenmesi. Ancak vaatlerin hayata geçirilmesi konusunda somut bir adım atılmadığı gibi, Alevilerin üzerindeki baskılar gün geçtikçe artıyor. Konuyla ilgili Hacı Bektaş Veli Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Vedat Kara, Alevi Vakıflar Federasyonu Başkanı Doğan Bermek, Okmeydanı Cemevi Dedesi Eren Yıldırım ve Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Aydın Deniz ile konuştuk.

"Devlet bizim inancımızı tanımıyor"

Hacı Bektaş Veli Vakfı yöneticisi Vedat Kara'ya Alevilerin ve Cemevlerinin yaşadığı problemleri soruyoruz. Kara, Aleviliğin diğer inançlardan farklı bir ibadet ritüeli olduğunu belirterek şunları söylüyor: "Aleviler için ibadet cemdir. Dede tarafından yönetilir, kadın erkek beraber ibadet eder, deyişler, semah ve dara durmak vardır. Devlet bizim inancımızı tanımıyor. İbadethanemizin cemevi olduğunu kabul ettirmeye çalışıyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz. En önemli sorun cemevinin bir ibadethane olarak tanınmıyor olması." Peki Alevi açılımı gündeme geldiğinde neler oldu? İlk Alevi çalıştayına bütün Alevi kurumlarının katıldığını belirten Kara, "İkinci toplantıda AKP’nin aslında kendi Alevi'sini yaratmak istediğini gördük" diyor. Kara, biraz sesini yükselterek devam ediyor "Bizim istediğimiz gibi olursanız sizi kabul ederiz diyorlar. Biz onların Alevileşmesini istemiyoruz, onlar da bizim Sünnileşmemizi istemesinler. Hepimizin ibadethanesinin camii olduğunu söylüyorlar. Eğer orada saz çalmamıza, cem yapmamıza izin vereceklerse biz ibadetimizi camiide de yaparız." Yakın vadede bir çözüm görmediğini ifade eden Kara, AKP'nin uzun süredir mezhepçi bir politika izleyerek Alevi'yi ve Sünni'yi ayrıştırdığını dile getiriyor.

Kara, Gezi'den beri AKP'nin baskıcı politikasının sokağa yansıdığını, onlarca gencin hayatını kaybettiğini ve çoğunun Alevi olduğunu vurguluyor. Kara'ya Okmeydanı Cemevi bahçesinde öldürülen Uğur Kurt'u hatırlatıyoruz. Derin bir nefes alıyor ve şöyle diyor: "Bu, devletin Alevilere nasıl bir öfkeyle, nefretle baktığının göstergesi. Bu aynı zamanda nefret suçu. Bunun en bariz örneği de Uğur Kurt. Adam orada cenazesini Hakk'a uğurluyor. Cemevinin bahçesinde, hiçbir eylemle ilgisi olmayan Kurt'u sen orada kafasına nişan alıyorsun ve öldürüyorsun." Kara, son olarak bu korkutmaya çalışmaların Alevileri yıldırmayacağının altını çiziyor.

“AİHM kararlarına uyulmuyor”

Cemevlerinde her perşembe cem yapılıyor.
Alevi Vakıflar Federasyonu başkanlığı görevini yürüten Doğan Bermek sözlerine 2003 yılında 630 Alevi kuruluşuyla bir araya geldiklerine ve 6 maddede Alevilerin sorunlarını özetlediklerine değinerek başlıyor. Bunların neler olduğunu sorduğumuzda sıralıyor: "Birincisi cemevleri bizim ibadet ettiğimiz yerlerdir. İkincisi, devlet eğer inançlara para harcıyorsa Türkiye'deki bütün inançlara harcama yapmalı. Üçüncüsü 1982 yılında zorunlu hale gelmiş din derslerimiz var. Bu zorunlu din derslerinin zorunluluktan çıkarılması, bütün inançlarla eşit mesafede duran bir din kültürü dersi haline dönüştürülmesi. Dördüncüsü bizim de din adamı eğitebilmemiz gerekiyor. Bütün inançların din adamı eğitebilmesi için okullar açılması lazım. Beşincisi devletin iletişim kanallarından her inanç faydalanabilmeli. Ramazan geldiğinde bütün kanallar onlara tahsis ediliyor. Altıncı maddemiz ise bizim okullarımızda piyano, flüt, mandolin, gitar müzik aleti olarak kabul ediliyor ama saz edilmiyor."

Bermek, Alevi açılımı gündeme geldiğinde aslında hiçbir şeyin vaat edilmediğini vurgulayarak sözlerine devam ediyor: "Açılımdan elde edilmiş tek somut sonuç din derslerinde Alevilik ile ilgili bilgilerin konması. Ama o bilgiler konulurken Sünni bakış açısı ile yazılmış bir kitabı ne kadar Alevilikle ilgili bilgi koyarsan koy, olmuyor. Kitabı yazanların tarafsız olması lazım." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) zorunlu din dersinin müfredatının değiştirilmesi, zorunluluğun kaldırılması ve cemevlerinin elektrik parasının ödenmesi davalarını kazanmalarına rağmen devletin bu kararlara uymadığının altını çizen Bermek kızgın bir ses tonuyla, "Bunları yapmayan devletten ben ne isteyeyim" diyor.

Bermek'e “Devlet kendi Alevi'sini mi oluşturmak istiyor” diye soruyoruz. Bermek yanıtında "Türkiye'de devlet, devlet olduğundan beri kendi Sünni'sini ve kendi Alevi'sini yaratmaya çalışmıştır. Adnan Menderes de, Süleyman Demirel de kendi Alevi'sini yaratmaya çalışıyordu. Son 50 yıldır devlet kendi Alevi'sini yaratma derdi içindedir" ifadelerine yer veriyor.

"Cemevlerine yasal statü verilmemesi en büyük problemimiz"

Cemevlerinde elektrik ve su devlet tarafından karşılanmıyor.
Dede Eren Yıldırım ile konuşmaya başladığımızda bize öncelikle cemevlerine yasal statünün verilmesinin neden önemli olduğunu anlatıyor. En büyük problemin cemevlerinin yasal statüye kavuşmamış olmasından kaynaklandığının altını çizen Yıldırım, "Cemevleri inanç merkezi olmasının yanı sıra sosyal etkinliklerin, eğitimsel faaliyetlerin olduğu bir kültür merkezidir. Cemevlerine devletten bir bütçe sağlanması gerekiyor çünkü Aleviler Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı ve vergisini ödüyorlar. Yasal statü istenmesinin amacı da zaten bu maddi imkanı sağlayabilmek" diyor. Okmeydanı Cemevi yönetimi olarak 3 aydır elektrik, su, doğalgaz faturası ödeyemediklerini belirten Yıldırım, "Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun emri doğrultusunda Şişli Belediyesi faturalarımızı ödüyor" diye konuşuyor. Alevi açılımıyla ilgili yapılan açıklamaları samimi bulmadığını dile getiren Yıldırım, AKP'nin on dört yıldır devletin başında olduğunu, açılımı gerçekleştirmek isteseydi bu süre zarfında çoktan yapmış olacağını belirtiyor. Yıldırım'a Alevilerin ne istediğini sorunca şunları söylüyor: "Biz eşit yurttaşlık istiyoruz. Sünni, Hıristiyan, Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez kardeşimizle din, dil, ırk, renk, cinsiyet farkı gözetmeden herkesin eşit şartlarda yaşamasını istiyoruz." Yıldırım, Alevilerden ve Doğu'da katledilen Kürtler'den alınan vergilerle camiideki hocalara maaş verildiğini söylüyor. Yıldırım, Alevilere yönelik bir yozlaştırma politikası olduğuna değiniyor: "Alevileri yıldırma, asimile etme, ötekileştirme, korkutma üzerine politika yürütülüyor. Sivas'ta, Maraş'ta, Çorum'da, Gazi'de, Ankara'da, Gezi'de katledilen bizdik." Uğur Kurt'un vurulduğu yeri göstererek konuşuyor: "Kasti bir şekilde cemevinin avlusuna doğru alınan bir nişandı. Cemevinde de bir cenaze vardı. Uğur Kurt'un bugüne kadar siyasi hiçbir olayla uzaktan yakından alakası yok. O silahı doğrultmadaki amaç bizi yıllardır katlettikleri politikadan başka bir şey değil."

"Bizi yozlaştırmaya çalışıyorlar"

Alevi Kültür Derneği’nin başkanı Aydın Deniz, Alevilerin yozlaştırılmaya çalışıldığını vurguluyor. Deniz, "Dışarıdan asıl sorun cemevleri gibi gözükse de aslında daha ciddi sorunlarımız var. Aleviler yüzyıllardır yozlaştırılmaya çalışılıyor. Bundan sonra ibadethane sorunumuz geliyor" diyor. İbadetlerinin özgürce yapılabilmesini savunan Deniz, zorunlu din derslerinin de ciddi bir yozlaştırma aracı olduğunu düşünüyor. Alevi açılımı için büyük vaatlerle gelinmediğinin altını çizen Deniz, "Sadece bir talebimiz hayata geçirildi, o da istemediğimiz şekilde oldu. Sivas'ta Madımak'ın müze yapılmasını istedik. Orada mağdurların altına katillerin adını yazarak müze yaptılar. Bu bizim için utanç müzesi oldu. Talep ettiğimiz hiçbir şey aslında yapılmamış oldu" diye konuşuyor. Deniz, siyasal iktidarın kendi dilinde kendi kitlesini bütünleştirmek adına Alevilere yönelik nefret ve ötekileştirici söylemlerini ön planda tuttuğunu, dolayısıyla attıkları adımların havada kaldığını belirtiyor. Alevilerin can güvenliğinin olmadığını vurgulayan Deniz, "Ankara Emniyet Müdürlüğü 2 büyük Alevi federasyonunun başkanlarını çağırdı. 'Ülkemizde IŞİD tehdidi var. Alevilere karşı da saldırıya geçeceklermiş kendinizi koruyun' dendi. Ben bu devlete vergi veriyorum. Beni korumak zorundalar. Bu silahlanıp kendinizi koruyun demek. Silahlanıp kendimizi koruduğumuz zaman terörist yaftası yapıştırılacak. Zaten Kürtlerden sonraki asıl hedef Aleviler" diyor. Deniz, Alevilerin dönemsel olarak katledildiğini ve sindirilmeye çalışıldığının altını çiziyor. Deniz, "Benim kişisel düşüncem, Uğur Kurt yerine aslında cemevi başkanı Zeynel Şahin'in öldürülmek isteniyordu. Çünkü ortalık karışsın istiyorlardı" diyor. Son olarak şunları ekliyor Deniz: "Aleviliğin kendine özgü bir inanç olduğunu İslam'ı kabul ettiğini ama 5 şartını yerine getirmediğini kabul edemiyorlar. Çünkü Sünni Hanefi devletteyiz. Devletin Alevisi iyi Alevi olacak ama biat etmeyenler kötü ve terörist olacaklar. Şu anda bu koşullar yapılandırılmaya çalışılıyor."

Alevi örgütleri Alevilere yönelik bir baskı ve yozlaştırma politikası uygulandığı konusunda hemfikir. 
Örgütler hem baskıların son bulmasını, hem de cemevlerinin ibadethane statüsü kazanmasını istiyor. Bugüne dek tartışmalara neden olan Alevi açılımı Alevilere somut kazanımlar sağlamadı. Alevilerin hak mücadelesi ise sürüyor. 

Aynur Begüm Say - Sıla Ağgül


1980’den bugüne basının utancı ve kimliği: 3. sayfalar



Günümüzde gazetelerinin şiddet, cinayet, tecavüz haberlerinin yoğunluklu olarak yayımlandığı yerler, 3. sayfalar... Kısa, ayrıntısız ve halk arasında “ibretlik” olarak nitelendirilen haberlerin, zaman içinde “3. sayfalık” diye anılması boşuna değil. 1980'li yıllarda da haber konuları ve habere yaklaşım çok farklı değildi.

1980’lerin başında 3. sayfalarda erkek egemen söylem ve eril dilin günümüze oranla çok daha yoğun kullanılması, şiddetin meşrulaştırılması ve köpürtülmesi örneklerine sıkça rastlanıyor. Ayrıca ırkçılığın, milliyetçiliğin adeta kutsanması ve söz konusu. 

Şiddet meşru görülüyor



1980’li yıllarda bu konulara dair saptamalar yapmak için Hürriyet gazetesinin haberlerine baktığımızda özellikle medyada kadın temsili ile ilgili ciddi sorunlar olduğu görülüyor. Hürriyet gazetesinin 1 Ocak 1980 tarihinde yayımlanan bir haberinde atılan başlık ve kullanılan fotoğraf eril dil ve erkek egemen bakış açısıyla dikkat çekiyor. Haberde ayrıca şiddet adeta “köpürtülerek” daha sansasyonel hale getiriliyor. Haberin başlığında "Evli çılgın Hatice ilk aşığını ikinci aşığına öldürttü" deniyor. Fotoğraf altında büyük harflerle "Baltayla başını kesti" yazıyor. Haberde öldürülen bir kadının “çılgın” diye anılması, ilk ve ikinci denilerek bir aşıklar sıralamasına gidilerek şiddetin meşrulaştırılması göze çarpıyor. Şiddetin daha sansasyonel bir şekilde servis edilmesi için olsa gerek “Baltayla başını kesti” deniyor.

Gazetenin 2 Ocak 1980 tarihli nüshasında, göze çarpan bir haber başlığı şöyle: "İki çocuk sahibi bir hayat kadını intihar etti." Haberde kadının yerine düşünülmüş hayaller bile var: "İçindeki özlemler, güzel bir ev, mutlu bir yuva, yakışıklı bir koca. Bembeyaz bir gelinlik." Kadını mutlu edecek olanın yakışıklı bir koca ve bembeyaz bir gelinlik olduğu söyleniyor. Aile kutsanıyor, kadının mutluluğu evlilik ve kocaya indirgeniyor. Haberin devamında "Arkadaşları ev kadını olurken, o hayat kadını olmuştu" deniyor. Ev kadını ve hayat kadını ifadeleri tırnak içinde ve koyu renkle yazılmış. Belli ki kadın kelimesinin önündeki tanımlama önem taşıyor. Gazetenin okuyucuya vermek istediği mesaj "kadın dediğin evinde oturur" şeklinde. 

Sansasyonel vurgular



1980 ve sonrasındaki 3. sayfa haberlerinde öne çıkan bir diğer durum ise haberlerin şiddetinin, ölümün, saldırının bir anlamda “köpürtülmesi” ve daha sansasyonel hale getirilmesi. 6 Ocak 1980’de bir senaristin aslan saldırması sonucu ölmesi haberleştirilirken başlıkta “vahşi aslan (vahşi olmayanı varmış gibi) paramparça etti” diye veriliyor.

Bu konudaki en çarpıcı örneklerden biri 24 Şubat 1980’de bir banka soygunu esnasında soyguncunun öldürülmesi ile ilgili haber. Haberde soyguncunun elindeki silahı bir rehineye doğrulttuğu anın fotoğrafı var. Bir de soyguncunun öldükten sonraki hali sayfada yer alıyor.

İlköğretim öğrencilerinin rahatlıkla erişebildiği bir gazetede bu gibi fotoğrafların yayımlanması bugün de tartışma konusu. Ancak o dönemde gazetelerde bunun “normal” olduğuna yönelik bir ön kabul olduğu görülüyor. 

Irkçılık başrolde



Milliyetçi, ırkçı yaklaşımlar da Hürriyet’in 1980’lerin başında 3. sayfalarda sık karşılaşılan kavramlar arasında. 12 Nisan 1981’de öldürülen Türkiyeli diplomatları anmak için düzenlenen eylemin haberinde “Ermeni terörü bir kez daha lanetlendi” başlığı atılıyor. Haberde de sık sık “Ermeni terörü” ifadesine yer veriliyor. Terör eylemleri düzenleyen bir örgüt üzerinden bütün bir halkı “terörist” olmakla itham etmenin “ırkçılık” dışında bir karşılığı olmadığı ortada.

Belki de bugüne kıyasla en masumane örnekleri ise magazin haberlerinde görüyoruz. 1 Ocak 1980’de Hürriyet’in 3. sayfasında Tiyatrocu Nejat Uygur’un “izmarit toplayıp bunları içtiği” haberine yer veriliyor. Haberin detaylarına baktığımızda Uygur, “Öyle sigaralar atıyorlar ki” diyerek yere atılan sigaraların markalarını sıralıyor. İzmarit toplama işini hemen herkesin yaptığını öne sürüyor. Sigara markaları bu haberde adları kullanıldığı için Uygur ya da gazeteye reklam ücreti ödenmiş midir bilmiyoruz. Ama günümüzün viral reklamlarını andırdığı kesin. 

"Kadın" demekten kaçınılıyor

Gazetenin 10 Ocak 1980 tarihli 3. sayfasında "İstanbul'u bir kadın ısıtacak" başlıklı haberini görüyoruz. Başlık haberin cinselliği çağrıştıran bir içeriğe sahip olduğu izlenimi veriyor. Ama haberi okurken aslında kadının İstanbul ve çevresindeki yakıt sorununu çözümlemek için uğraş vereceğini anlıyoruz. Ayrıca haberin üst başlığında "Hanımları yardıma çağırdı" derken ana başlıkta hanım değil kadın ifadesi yer alıyor. Anlaşılan bir tutarlılık da söz konusu değil. Ama “kadın” kelimesinin sıklıkla kullanılmasından yana olmadıkları ortada. Haberlerde kız, genç kız, hanım ifadeleri tercih ediliyor.

"Küçük kız torun sahibi adama satıldı” başlıklı haberin tarihi ise 11 Şubat 1980. Haberde şu ifadeler yer alıyor: "Cemşit Muharhancı verdiği ifadesinde, 'Ahmet kızımı istedi, ben de verdim' derken damat adayı Ahmet Yel de, 'D. ile evlenmek istiyordum. Ancak yaşı küçük olduğu için büyümesini bekliyordum. Evimde ona hiçbir kötülük etmedim' diye konuştu." "Kızı istemek", "kızı vermek", "kızı satmak" ifadelerindeki fiillerin yalnızca eşyalar için kullanılabilir olduğunu hatırlatalım.




Eril dil ve erkek egemen bakışın bir diğer mağduru ise eşcinseller. 25 Haziran 1981’de Hürriyet’in 3. sayfasında şu başlık görülüyor. "Beyoğlu'nda yakalanan homoseksüeller feryat ediyor: 'Yaktın bizi Bülent'. Haberde "Bülent Ersoy işi bu kadar ileri götürüp homoseksüelliği reklam etmeseydi, kimsenin bizimle uğraştığı yoktu" ifadeleri yer alıyor. Hissettikleri gibi yaşayamadıkları gibi, homoseksüellerin il sınırı dışına gönderilecekleri bildiriliyor. Haberde eşcinsellere sadece “gözden uzak olunması” şartı ile yaşam hakkı tanınıyor. 

3. sayfalar kendine has özelliklerini 1980’lerden bugüne taşıyor. Hala şiddetin meşrulaştırılmasına, eril dile, erkek egemen söyleme rastladığımız 3. sayfalar, 1980’li yıllarda da farklı değildi. Ancak belli konularda ilerlemeler olduğunu da belirtmeliyiz. Tam olarak bırakılmış olmasa da eril dile karşı hassasiyetin arttığını görüyoruz. Şiddetin meşrulaştırılmasının görece biraz daha az olduğuna tanık oluyoruz. 3. sayfalar haber seçimleri, haberi veriş biçimleri ve kullandıkları dille bir gazetenin yayın politikasının kendisini en açık ettiği yer olma özelliğini taşıyor. Başta Hürriyet olmak üzere Türkiye’deki pek çok gazete ise bu konuda ne dün iyi bir sınav verdi, ne de bugün veriyor.